-Yılda bir kurban keserler halk-ı âlem îyd için
Dem be dem sâat be sâat ben senin kurbanınam-
Hasbihalin türlü çeşit yolu var, en kestirmesi de kalpten kalbe olanı…
Söylemeden söylenenlerle, gönülden gönüle akan ne varsa o hallerde işte.
Anlatılanı inatla anlamayandansa hiçbir şey demeden gönül sohbeti ile bayram eylemek de bambaşka.
Alnının akıyla bir bir geçtiğin kapılar, baskılarla terse dönen adımlar, keder, elem, acı, hüzün, hüsran, mahcubiyet ve utançla da belki; kurtuluş istenen her hal, hoşa gitmeyen ne varsa, mecburi hamlelerle gelen öfke hallerindeki yansımalar, kopan fırtınaların ardından yıkımlarla da gelse yeni bir dinginliğe giden bir sürecin de başıdır.
Zamanın içine mi gömülüp kalmalı yoksa zamanla bütün mü olmalı; vakti kontrol etmek mi vaktin kontrolünde olmak mı yoksa vakitlere uymak ya da vakitle uyumlu gitmek mi doğrusu.
Rahatsız edici hallerin alışkanlık haline gelmesi ile büyü-ye-mez amma büyüklenebilir insan ve alıştığı sanılan alışamadıkları ile rahat değilse hased, kin, kibiri de barındıramaz o bünye.
Hasbihalin türlü çeşit yolu var, o hali de manayı da heybesinde değil kalbinde bulmalı insan.
Zihinsel yanılsamalardan, aklın vesveselerinden sıyrılmak için kalbin sesine kulak vermeli esas.
Mesele neyse ne; etrafın hengamesine gömülse, ertelese, sükûta dursa da iyileştirmelerle, mana için halden hale girmeli.
“Eti zehir, balı zehir, yağı zehir dünyada…” kendi tadının sürgünüyle, kendi tadıyla gelir geçer her bayram havası da…
Geçip giden üç otuz günlerle niyetlenen, her güne ayrı ayrı gölgelenen gelişlerle gelen; ihtiram aylarına ‘leyali aşr’ı katan, yed-i kandille yeniden yenilenen, “birimiz kırkımız, kırkımız birimizdir” kârıyla mesafelere aldanmadan sıkı sıkı sarılıp, şifaya varmalı.
Kan aksa da göz yaş olsa da sevdanın da ıstırabın da sonu, bil hangi deniz kenarında hangi gemi güvertesinde.
Yer yarılmadan, gök kapanmadan, taahhüt sınanmadan karmaşa içindeki dengeye devrana durmalı.
Herşey kağıt gibi dürülüp dürülüp tekrar tekrar açılmada her dem.
Dipdibe olduklarıyla arada uçurumlar olanlar bir yanda, bir arada olsa da olmasa da tek yürek olanlar bir yanda…
Halden hale geçişler, üstüste tecillerle sürse de rahmetin kapılarında biriken, dolup dolup boşalan ne varsa, havanın ve toprağın manyetik çekiminde, zıddın zıddı itelemesiyle gelen kuvvet ile gelen bir bayrama durmalı.
Gözle görülen ne varsa göz kadar değeri olmayan, kalbde olan ne varsa kalb kadar değeri olmayanlardan geçip, karartılar, ışıltılar, düşüşler ve yükselişlerle gözün de kalbin de verileceği o seyrana durmalı.
Kana çekilen keskin bıçak, göze süzülen ilmek ilmekle, içeride topak topak düğümlerle hüzne kesen Kerbela eyyamında kurbana durmalı.
Aklı ve kalbi, sürüklendiği izbelerden çekip çıkarıp, alev alev yanan yürek, tükenmiş, yorulmuş, sırılsıklam, ter ter dökülmüş bedenle, tedbiri de korku ve endişeleri de terkedip ol sultana durmalı.
O halde hasret de yol da o yolda varış da sır değil; muştularla apaçık her şey nasılsa, sebebi de sırrı da kalbe yük eylememek esas.
Ne kalbin içindeki yırtıkları bulup onarmak için ne etraftaki yırtıklar için ne nefes ne zaman tüketmeli boşa; yorulmamalı daha daha; vaktin akışında olup zamana durmalı.
Defterindeki notları paylaştığın affedici olana iltimas ve itimatla, defterler açıldığında bağışlayıcı olana dua ve istirhamla sığınmalı esas.
O sığınakta, kalbinin bağları iplik iplik çözülecek nasılsa; o halde de ne kendine ne etrafına hiçbir şey anlatmana ne hacet artık; sonrası hayatın da mematın da en kolay yanı.
Her şeyin aynı bütünün aynı parçası olduğu kavrandığında başlar esas şiir de büyü-mek- de ki bir anda ya da yıllarla anlaşılır bu da; bu anlayıştır zaten epey ömür tüketen de…
Araf’ta değil, arıza veren hallerden çıkıp Arafat’ta durur gibi, kalbini çekiştirenlere aldırmadan huzura varıp, soluk soluğa kaldığın harlı yerde, soyunup bütün üstte baştakilerden ol ulu divana durmalı.
Ve peşine…
Nokta nokta mimlenen, elif elif doğrulan, vav gibi bükülüp eğrilen hayrana durmalı.
Yeryüzü nimetlerinin en âlası hizmetinde olsa yahut gam olsa sancı, keder, elem ne olsa, sabır ve tevekkül ve şükürle yöneldiğin yerde ise şifası nef-e-sinin, dahası ne ki verilen yeminin ötesi;
-bu neydi
ne nefesle
nereden geldi
nefeslenseydi
nere gitmedeydi-
der ya ‘ahdimiz vardı’; ta ezelden hem de ebeden; ve de kalbin çalkantısında bir nida, dudakta ayetlerle;
-innallahe yağfiru’z-zûnube…
-yar kurbanınam.
Herkes birbirinin aynı gibi de amma değil.
-rabbena ve tekabbel dua…
Emin ol, kimse senin gibi de değil.
.
Yunus Fırat, dikGAZETE.com
*
-Hudâ-perest idim ben
“Kâlû belâ”da sâkî
Gözümden akan yaşlar
Döndü Fırât’a sâkî
Bir çay doldur şekerli
Bir kahve sâde sâkî-
*
-“Çıka gelir çıka gider… Can kurban canlar kurban…”dır ya hani; çoğu ‘la havleler’ azı şükürle de gelir geçer de ya öyle-böyle… Adı da şu günlerin, nereye nasıl olursa bir kaçış ya kurtuluş hep; amma ‘fıtr’ da ‘kurban’ da ‘bayram’ da değil (her ne şekilde olursa, gidilip gelinmese, sade o günlere hasreten uzaktan bir biçim halleşilse de gönülden bir dua ile hiçbir mesaj olmadan hatırlansa da) samimi olanlar harici, üç-beş ileti, bir-iki telden hatır; ya grup grup mesaj ya da her ne ise o hallerden bir haldi geçer gider bu da böyle işte. Yaklaşmaya yakınlaşmaya vesileten, sevaba…-